Edebiyatın Ağır İşçisi Cevdet Kudret, Hazırlayan: Adnan Özyalçıner
Sınıf Arkadaşları, Cevdet Kudret
Havada Bulut Yok, Cevdet Kudret
Karıncayı Tanırsınız, Cevdet Kudret
Yoksulluk Kader Olamaz
Dünya Bankası’nın Dünya Kalkınma raporu verilerini okuyup da şaşırmayan yoktur herhalde. 800 milyon insan aç yaşıyor. Her yıl 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Nüfusun yüzde 10’u, toplam gelirin yüzde 70’ini alıyor… Dünya bu dengesizliğe iyi dayanıyor doğrusu! Yerküredeki adaletsizlik, kendisini ülkelerde de gösteriyor. Halkının sıkıntılarını dile getiren birçok yazar gibi Cevdet Kudret de bu düzene isyanını romanlarında ustaca dile getiriyor.
Bakın, Adnan Özyalçıner’in hazırladığı Edebiyatın Ağır İşçisi Cevdet Kudret adlı kitapta eşi İhsan Kudret, Cevdet Kudret için ne söylemiş: “Dünyaya geldiğinden dünyadan gittiği güne kadar parayla ilişkisi kesiktir. Paranın kavgasını toplum için verir, ama kendi cüzdanı için hayır! Bu onun alçakgönüllü yanıdır.” Edebiyatın ağır işçisi için söylenen bu söz romanlarının konusunu oluşturur. Tek kişilik ordu’nun en büyük mücadelesi yoksulluktur. Bu mücadele sadece Kudret’in gözlemlerine de bağlı değildir. Kudret yoksulluğu yaşamıştır. Ve bu deneyimini sadece romanlarında değil, aynı zamanda şiirlerinde de göstermiştir. Merak edenler Apartıman şiirine bir baksınlar. Ne demek istediğimi anlarlar…
İnsanoğlunun çetin koşullarda yaşam mücadelesi vermesi birçok yazar tarafından kaleme alınmıştır. Olmazsa olmaz gereksinimler incelenmiş ve romanlaşmıştır. Kudret bu tür yazarlardan biridir. Ancak Kudret’in romanlarında insanların temel fizyolojik ihtiyaçlarından açlık yoksulluktan ileri gelir. İnsanlar yoksulluğa kendi ‘beceriksizlikleri’ yüzünden değil, kapitalist sömürülmenin sonucu mahkûm olmuşlardır.
Kudret I. Dünya Savaşı sırasında bir çocuktur. Bu dönemde karşılaştığı zor koşullar ona ileride eserleri için zemin oluşturacaktır. Günlüğünde etkilendiği olaylardan bahseder. Örneğin, savaş döneminde insanlar misafirliğe giderken yanlarına kendi yiyeceklerini de alırlar. Akraba ziyareti sırasında dayısının beyaz ekmeğinden yiyemeyen Kudret saman ekmeği yerken damağına samanı batırmış, ardından gözyaşları dökmüştür. Çocukluğunun bu buruk anısı romanlarındaki Süleyman karakterinde canlanır.
Kudret’i etkileyen olaylardan diğeri ise savaş zamanında ekmeklerin camide vesika yöntemi ile verilmesidir. Vesikası olmayan birinin ekmek arabası boşaldıktan sonra zeminde kalan ekmek unlarını yalaması Kudret’i çok etkilemiş olacak ki, bu olay üçlemenin ilk romanı Sınıf Arkadaşları’nda olduğu gibi yerini almıştır. Bir diğer olay ise Beyazıt Meydanı’na kuşlara yem atmak için gittikleri bir sırada uçakların gelip meydanı bombalamasıdır. Kudret kaçışan insanları, yaralananları, ölenleri kendi gözleriyle görmüştür.
Çocukluğunun savaş dönemine denk gelmesi, yaşanılan çetin koşullar Kudret’i insanın temel ihtiyaçlarından biri olan ‘açlık’ üzerine yazmaya iter. Kendi deneyimine kurguyu katarak adeta ortaya iki Dünya Savaşı arasında süregelen sosyo-ekonomik bir İstanbul belgeseli çıkarmıştır.
Kudret sadece romancı değil, aynı zamanda bir Türkolog, şair, denemeci, oyun yazarıdır da. Hatta Özyalçıner’in kitabında Yusuf Çotuksöken, Kudret’in yazın dünyamızda şiir, öykü ve romanlarından çok bilimsel çalışmalarıyla tanındığına dikkat çeker. Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum: Aynı kitapta Nezihe Meriç’ten, Hilmi Yavuz’dan, Handan İnci’den tutun da, İlber Ortaylı’ya, Aziz Nesin’e kadar pek çok yazarımız ve düşünürümüz Kudret hakkında son derece yararlı bilgilerini aktarmışlardır.
Sadece Türkçe
Kudret yazılarında sadeliğe büyük önem vermiştir. Ne var ki, eğitimi sırasında Türkçe hocası Bedri Kemal Bey, Kudret’e ve arkadaşlarına ağdalı dille yazmalarının ‘güzel’ olacağını söylemiştir. Sözgelişi hocası kişiselleştirme yaparak “şimşekler kayaları dövüyordu” diye yazmışsa, onlar da “şimşekler kayaların üzerinde oynuyordu” diye yazıp, şimşeklerin kayaların üzerine düştüğünü farklı şeklide ifade etmeleri gerekiyormuş. İlk başlarda hocasının sözünü dinleyen Kudret, yazdığı şiirlerden birinde “güneş battı” yerine “güneş intihar etti” diye bir kişiselleştirme yapmış. Sonra da bunun çok büyük bir hata olduğunu vurgulamıştır. Zamanla da hocasının önerisinden sıyrılıp, yalınlığın, sadeliğin önemini ve etkisini üstüne basa basa dile getirmiştir.
Türkçe’nin özleşmesinde ilk sırayı Ataç’ın aldığını söyler. Ancak Ataç’ın her söylediğini kabul etmez. Yabancı kelimeleri atmanın gerektiğini savunur ama ‘şüphe’ yerine ‘kuşku’ varken ‘küşün’ diye bir kelime ortaya atmanın gereksiz olduğunu belirtir. Böyle yaklaşımların dili özleştirmediği, sadece eş anlamlı kelimeleri çoğalttığı görüşündedir.
Kudret Batıcı mı?
Batı yolunda olmamız gerektiğini söylese de Kudret asla Batı taklitçiliğini kastetmemiştir. Tanzimat’tan bu yana edebiyatın Batı taklitçiliği ile geliştiğini düşünmektedir. Romancılıkta Gogol’u, özellikle Ölü Canlar’ı, Sthendal’ın Kırmızı ve Siyah’ını sevdiğini belirtir. Ama bu sevmek taklitçilik değil, onlardan esinlenmek, ders almak niteliğindedir. Üsluplarındaki yalınlık bakımından onları över. Aynı zamanda bir ulusun kendi kültürel birikiminden sonuna kadar yararlanması gerektiği üzerinde durur. Tiyatromuzun batı esiri olduğunu söyler. Çözüm olarak da Karagöz’ü, Ortaoyunu’nu gösterir. Göstermekle de kalmaz, saptayabildiği yedi oyundan sonra araştırmasını devam ettirir. Yirmiyi aşkın oyun toplar. ‘Brecht Çin tiyatrosundan esinlenerek kendi tiyatrosunu kurabiliyorsa, biz de kendi malzememizi kullanarak kendi tiyatromuzu kurabiliriz’ der. Kökümüzden kopmamamız gerektiğini ama gelişmeleri yakından takip etmek zorunda olduğumuzu belirtir. Kudret kendisini halkına adamıştır. Fakirlikle, açlıkla, sömürgecilikle mücadele eder. ‘Edebiyatın proleteryasıyım ben…’ derken kendi toplumunu kucaklamış, iç ve dış düşmanlara karşı onları korur gibi durur Kudret.
Cevdet Kudret’in Romanları
Hayatını edebiyata adamış bir düşün adamının sizce kaç tane roman yazması mümkün? 10 tane mi? 20, 30, belki de 40? Hayır. Edebiyatın ağır işçisi hayatına ancak 3 tane roman sığdırmış. Romanı sevmediğinden değil elbette. Tam tersine, romana çok önem verdiğini biliyoruz. Ancak Kudret’in uzun çalışma gerektiren romana ayıracak fazla zamanı yoktu. Hatta Süleyman’ın Dünyası üçlemesini tamamladıktan sonra ‘Kırk Haramiler’ adı altında bir roman üzerine çalışmaya başlamış ama tamamlayamamıştır.
Süleyman’ın Dünyası
Birinci Dünya Savaşı döneminde, ilkokul çağında bir çocuktur Süleyman. Üçlemede Süleyman’ın çocukluk macerası Sınıf Arkadaşları ile başlar. Yoksulluk, açlık, savaş içinde yaşamaya çalışan biridir. Diğer iki romanda da (Havada Bulut Yok, Karıncayı Tanırsınız) yoksulluk yakasını bırakmaz… Ne var ki, artık büyümüştür. İki Dünya Savaşı arasında kendi savaşını verir. Halkı zor koşullardan kurtarmak için elinden geleni yapar. Onun bu macerası toplumdaki haksız rekabeti gözler önüne serer. Bir yanda ezilen, hayatta kalmak için uğraşan yoksul insanlar varken, öbür yanda zenginlerin yaşadığı görkemli hayat iğreti bir şekilde kendini gösterir. Bu üç roman Süleyman’ı çocukluğundan alıp gençliğine kadar götürür. Onun için bu üçlemeye ‘gelişim romanı’ (bildungsroman) diyebiliriz.
Kaynak: (Edebiyatın Ağır İşçisi Cevdet Kudret, Hazırlayan Adnan Özyalçıner, 2007)
Sınıf Arkadaşları
Sınıf Arkadaşları 1914–1945 yılları arasında geçen üçlemenin ilk romanıdır. Burada Süleyman’ın ve sınıf arkadaşlarının hayatları anlatılır. O dönemin İstanbul’undaki fakirler ve zenginler arasındaki fark gözler önüne serilir. Hayatın ve insanların ikiyüzlülüğü ilk romanın başından üçüncü roman Karıncayı Tanırsınız’ın sonuna kadar devam eder.
Süleyman yoksul bir aileye doğar. O’nun için fakirlik doğaldır. Herkesin yaşadığıdır. Ancak ilkokula başladığında hayatın ikiyüzlü olduğunu anlar. Fakirlerin yanı sıra zenginler de vardır bu dünyada. İlk sınıf ayrımcılığını birinci sınıfında görür Süleyman. Yoksul çocuklar kapı kenarına otururlarken, varlıklı ailelerin çocukları cam kenarında yerlerini alır. Cam kenarına oturan öğrenciler her türlü yaramazlık hakkına sahipken, kapı kenarında oturan fakir çocuklar kafalarını kitaplarından kaldıramazlar. Hocanın yüzü ikiye bölünmüştür. Bir tarafı güler, bir tarafı hep kızgındır. Süleyman sınıfa girdiğinde yer olmadığından hoca onu ortadaki sıraya oturtur. Böylece hocanın her iki yüzünü de görebilecektir. Bu yüzün iki tarafını görebiliyor olması üçleme boyunca ezilen yoksullar ve ezen ‘üst’ sınıf arasındaki farkı gösteren güçlü bir imdir.
Birinci Dünya Savaşı’nın Süleyman’a ve annesine getirdiği zorluk babasının askere alınmasıyla başlar. Toplumun ikircikli sosyo-ekonomik durumu Süleyman’ın 13 sınıf arkadaşının hayatlarından kesitler anlatılarak aktarılır. Aile durumları gittikçe kötüleşir… Evlerini satarlar… “Mondros Mütarekesi” imzalanır, İstanbul işgal edilir. Sonra askerler evlere dönmeye başlar ama Süleyman’ın babası ölmüştür. Zorluklar Süleyman’ı ve onun gibilerinin yakasını bırakmaz. Hayatla (‘hayat’ kelimesi üçleme boyunca yoksulluk veya açlık ile eş anlamda tutulabilir) mücadele ederken bir de bakmışsınız Süleyman mezun olmuştur…
Havada Bulut Yok
Süleyman büyümüştür. Yoksulluk sineye çekilmek zorunda olan bir yaşam tarzı değildir artık. Mücadele zamanı gelmiştir. Kayseri’ye edebiyat öğretmeni olarak gider. Daha kitabın başında öğretmen Süleyman’ın ilk dersinden bahsedilir. Bu bölüm Sınıf Arkadaşları romanında küçük Süleyman’ın yaşadığı ilkokul macerasına atıftır. Sarıklı hocanın “ikiyüzlülüğü” (zengin öğrencilere güler, fakir öğrencilere sert bakardı) artık kader değildir. Sıralarda ayırım yapılmaksızın oturtulmuş öğrencilerin başında Süleyman vardır. Daha ilk dersinde şiir yazan bir öğrenci ile söyleşir.
İlk başlarda Süleyman’ın öğrencilere olan yaklaşımı ‘sıkı’dır. “Sınıftaki bütün çocukları mekândaki yerlerine göre değil, bir aynaya yansımış hayaller gibi hepsini aynı düzeyde görür.” Ekonomik durumlarına göre ayırımcılık yapmaz. Ancak bir akşam sokak lambasının altında çalışan öğrencisi ile göz göze gelir. Bu manzara, Kudret’in hayatında dönüm noktası olduğu gibi, Süleyman’ı da tetikler. Yoksul öğrenciler için mücadele edecektir. Ancak bürokratik engeller yakasını bırakmaz. Ama yine de pes etmez. Çözümü fakirlere iş imkânı sağlayacak bir örgütlenmeye gitmekte bulur. Ancak bu tür işlere burnunu fazla soktuğu düşünülür. Süleyman’a bir müfettiş gönderilir. Müfettiş daha yoldayken raporu yazmıştır. Teftiş yapılır, müfettiş gider. Bir hafta sonra okula gelen bir zarfla Süleyman’ın işine son verilir.
Karıncayı Tanırsınız
Süleyman işsizdir. İstanbul’a döner. İş bulmaya çalışır. Ancak sicili temiz değildir artık. Öğretmenliğine son verilmiş, soruşturmaya uğramıştır. Onun için iş bulmakta zorlanır. Tüm kapılar yüzüne kapanır. Havada Bulut Yok romanında öğrencilerinin yoksulluklarına çare bulmaya çalışan Süleyman, bu romanda kendi yoksulluğu için savaşmaktadır.
Nihayetinde küçük bir dergide iş bulur. Hayatında aşka da yer ayırmak ister. Ama ekonomik farklılık Süleyman’ı aşk konusunda da rahat bırakmaz. Zengin bir ressamla yaşadığı aşkı para ve sınıf farkı yüzünden biter.
Son romanında adalet biraz da olsa Süleyman’a güler. Bakanlığa açtığı davayı kazanmıştır. Görevine geri döner. Ancak savaşı daha bitmemiştir. Aşkı Leyla ve onun sınıfından olanlarla mücadelesi devam edecektir.
Süleyman ilkokuldan başlayıp yetişkin biri olana kadar geçirdiği zaman diliminde yoksulluğu, açlığı, adaletsizliği, düzenin ikiyüzlülüğünü deneyimlemiştir. Ezilenin hakkını korumak için üç tane roman yetmez Süleyman’a. Onun için üçüncü roman, Süleyman’ın savaşı hiç bitmeyecekmiş gibi, “…bilenmiş bir bıçak gibi daldı kalabalığın içine” diyerek son bulur.